26 Ağustos 2007 Pazar

23 Ağustos 2007 Perşembe

“Hope is a good thing” (ATELIERFRANKFURT)

Artists: Alice Miceli, Esra Okyay, Halil Vurucuoglu, Jari Silomaki, Mehmet Dere, Nejat Sati, Runo Lagomarsino, Underscene Project (Merve Sendil )

Curator: Borga Kantürk

Ausstellungsort: ATELIERFRANKFURT / Hohenstaufenstraße 13-25 / 60327 Frankfurt

Ausstellungsdauer: Samstag, 25. August – Samstag, 22. September 2007

Öffnungszeiten: Do & Fr 17 – 20 Uhr / Sa 15 – 18 Uhr (und nach Vereinbarung)

Vernissage: Freitag, 24. August 2007, 20 – 23 Uhr

ATELIERFRANKFURT is pleased to present “hope is a good thing”, a group exhibition curated by Borga Kantürk with seven artists and one collaboration, called Underscene Project, plus the post-punk band “DDR” from Turkey. All of the Turkish artists – Esra Okyay, Halil Vurucuoglu, Mehmet Dere, Nejat Sati and Underscene Project, produced by Merve Sendil – are part of the Izmir-based K2 initiative. The other participating artists are Alice Miceli (Brazil-Rio De Janerio), Jari Silomaki (Finland-Helsinki), and Runo Lagomarsino (Sweden-Malmo).

Due to the interactive speed of the present world, the pace in contemporary art has also accelerated. Today, a contemporary artist is perceived as a person with various communication and networking skills, struggling within a high-speed, global art network. This system, in which the contemporary artist has to negotiate tight schedules and agendas, creates a chaos that is further intensified by long trips and difficult demands. Workshops, presentations, lectures, studio visits, artist residency programs, online conferences and similar commitments set the pace. The artist can either be a lucky but tired person, who builds useful contacts and finds sponsorships in this tense climate; or the artist takes a position in the background, out of sight, with an independent stance, having to build own contacts and to find an own budget.

When Beuys said “Every human being is an artist”, the world with its dynamic political and social infrastructure was showing the promise of new hope. Art would accompany this acceleration and bring about a new kind of energy.

Today’s hectic pace and lifestyle has seriously diminished the sense of hope that once existed. Today's ideals are strongly attracted by the hope of corporate and financial gain. To a large extent, hope has been replaced by greed. At the same time, the art community exists within a tighter global network, with more stringent time constraints encapsulating a larger audience. It can be said that art is increasingly drawing closer to becoming a corporate entity. It is thus the right time to quote Kippenberger’s more humanistic dictum, “Every artist is a human being”, as a direct alternative to Beuys’ remark. So going back to Beuys statement, the “artist=human being/myth” notion, we see the art world being increasingly affected by the rules of the corporate world and turning into a priced pawn of the market, a commodity worthy of higher accolade.

Throughout contemporary art and the endeavors of artists trying to position themselves within the system, we need to discuss alternative strategies questioning the global network of the contemporary art market and try to focus on a situation in which artists can act freely and independently. In this sense, the word “hope” in the exhibition’s title is used as a necessary notion to represent what is human. The artists’ choices, their independent existences, and their personal, textual, verbal and visual languages have been taken into account during the process of developing the exhibition. The purpose is to release the artist entirely from the process of being an “illustrator” and view the artist as an “illusion producer” instead; as well as to focus on the framework represented by the artists and to consider the relationship between sound, image and atmosphere.

Pressekontakt:

ATELIERFRANKFURT

Corinna Thiele

Hohenstaufenstraße 13-25

60327 Frankfurt am Main

M +(0)177.7772811

T +49.(0)69.74303771

thiele@atelierfrankfurt.de

11 Ağustos 2007 Cumartesi

hope is a good thing

Giriş
Diyelim ki…
Güncel sanat yapıyorsunuz;
sınırların sizi inanılmaz belirlediği bir ortamda.
Belli ki strese gömülmüşsünüz,

Ya Full dolu programlarınız, randevu defterleriniz
Acil yapılması gereken uzun seyahatler, ancak bunun için verilen zaman,
kısa sürede sizden beklenen ve tatmin sınırlarını zorlayan talepler…
workshoplar, sunumlar, stüdyo ziyartleri, misafir edildiğiniz programlar…

Ya da bütün bunları yapmanızı sağlayacak kontaklardan, ödeneklerden,
Aracı kurumlardan ve destekçilerden uzakta ve diğer taraftansa bu olanakları her masrafı
Kendinizin karşılama şansınızın 0 olduğu bir konumdan, konuşmaya direnmeye çalışıyorsunuz.

Eninde sonunda bu bir düzen ve siz Güncel sanatçıyım diye haykırırken sizi duymaları ve de buna inanmaları için debelenmektesiniz.

Sorum şu: bütün bu adalet üzerinden sınıfsal farklılıklar, kaçınılmaz bir hız ve gündemi teşkil eden bütün bu koşuşturmaca da sizden beklenen tüm refleksler dışında bir sanatçı , ya da sadece kendiniz olmak ve rahatlayabilmek için ne yapabilirsiniz? Veya bu farklı kanallardan kurumsallaşan düzen içerisinde o kişiye, sanatçıya, nasıl önyargısız, genel beklentilerimizden sıyrılmışçasına bakabiliriz? Ona kurallarını belirlemediğiniz bir saha da dilediğince oynama alanı bırakmak mümkün mü? Ya da ütopistleştirirsek: Bu sistemin söz söyleme hakkı, adalet, hız ve okuma alanında yarattığı basıncın olmadığı bir evren ve burada sanat mümkün olabilir mi?

Dünyanın her köşesinde olduğu gibi güncel sanatı kapsayan yanı da Bu ikili sınıfsal stres düzenini kapsıyor. Bu sistem de kim acaba net olmak, rol yapmak zorunda değil?
Kim neden saldırgan veya bir şeyleri devamlı iddia etmek zorunda?
Sanatçının, tamamen işlerle uğraşan bir stres küpüne dönüşüp, masasında onu bekleyen kabarık e-mail listeleri ile uğraşan bir sergi kovalayıcısı olmadığı bir yer arayışım var. Trendleri pesinden kovalayan bir koşucu olmadığı bir yer. Yaptığın işten keyif alabileceğin, Fonlara göre kesilmiş biçilmiş kalıbına uydurulmuş kontekst kaygılarına maruz kalmadan, Yapmacık bir kimlik konseptine sığınmadan,
Kendin olmanın keyfini çıkarmak. Haykırmak, Bağırarak şarkı söylemek…
Mümkün mü? Zor olduğu gerçek… Ancak yola çıkınca,
gerisi ise emek ve aylak bir düşgücüne * kalıyor.

Referans noktaları:
A- Borges ve gündeme getirdiği "aylak düşgücü"
B- Manu Chao ve O’nun da söylediği gibi, şarkı söylemek için sadece,“Bir gitar ve yolda olmak yeter.”
…..

En başında bu sergi bağımsız olarak gerçekleştiriliyor. Bir küratör ve farklı kentlerden 8 sanatçının, para, profesyonellik, sigorta, sanat-mit-değer yargılarını bir kenara bırakmalarıyla başlayan , varlıklarını ve söylemlerini bir şeyleri değiştirebilmek adına öne sürmeleriyle devam eden bir süreci içeriyor. Bir çesit keyif, heyecan ihtiyacı, hayal kurma ve hatta mucizelere inanma özgürlüğü.

Serginin katılımcılarından beşi K2 sanatçı insiyatifinden. 2003 yılından beri birlikte çalıştığım bu kişiler, sanatın sanatçının kurumsal yapıya alternatif olarak kendisini kurumsallaştırması üzerinden amatör emek ve özveri ile hem kendilerini hem de bu çatıyı ayakta tutmaya çabalamaktalar. Diğerleri üçü ise Helsinki-Münih-İstanbul-İzmir arası duraklarda tanıştığım, karşılıklı vakit harcadığım,üretim süreçlerine tanık olduğum sanatçılar. Sanatçı ile küratörün bu kimliklerinin ötesinde, insani boyutta diyaloglar yaşaması önemli. Süreçlerin, ortaya çıkan sonuçtan önde tutulduğu, çalışma ve ana konteksin arasındaki ilişkinin firma-müşteri,üretici bağlamında kotarılmış güzel bir iş ortaklığını çağrıştırmadığı bir yapı arayışı. İşte bu nedenle “iş”e değil “sanatçı”ya bakmak. Hepsi bir karşılaşma tanışma ve sanatçıya inanma üzerinden kurulu. Ve olası bu sergi, uzun süreli diyaloğun ve düşünce paylaşımının sonucu. Bu sebeple serginin küratörü olarak İşlerden çok sanatçılara ve onların varoluş şekillerine, hikayelerine odaklanıyor. Baştan aşağı bu sürecin yaşamın kendisi gibi değişkenliklere gebe olduğunu kabul etmek gerekmekte. Sonuc olarak bu işlerin uyumu veya söylemin çalışmalara giydirildiği olmuş –bitmiş bir yapıdan oldukça uzaktayım. Ve serginin düsüncesi belirmeye başladığı ilk noktadan bu güne kadar giden bir gonül sözleşmesi üzerine kurdum.

Bu insanlar* (insan diyorum, çünkü sanatçının öncelikle bir insan olduğunu, unutmamak gerek.) Kendi duygu durumlarının ve empatilerinin sınırlarını ve dünya kavrayışları üzerinden birbirleriyle paylaşıma, iletişime girmekteler. Ve tamamen kişisel inançları ile bu sergideler. Bütçe olmadığından her sanatçı sadece söze, ve olabilirse görsel-yazılı kültüre bir parça bırakmak adına bu çağda sizlere garipde gelse burada sadece istedikleri için bulunmaktalar.

Bu bakımdan biraz işi kuralına göre oynayamamış, fani bir nostaljiyi hala katalizör olarak kullanan, eski kafalı bir grup çalışması olarak nitelendirilebilir. Ben
bunun tam da bu sebeplerden olabildiğince sistem dışına kaçma çabası olduğuna inanmaktayım. Ve insanların sevdikleri için, inandıkları için, bir şeylerin peşinden koşabildikleri yapılanmalarının mümkün olabilmesi adına, sanatçıların bu türde adımlarına ihtiyaç var.

Peki Nedir tüm bu karşılıksız ve yorucu cabanın altında yatan şey?
Profesyonel alanın sunduğu kazancın veya (kibarcası maddi karşılığın) sanatçıyı geçindirecek ödeneğin, küratorun uluslar arası fonlar aracılığıyla aldığı sergi bütçelerinin olmadığı, sergiyi oluşturan hiçbir kimsenin o “fee” denen karşılığı almadığı bir şeyi yaptıran o şey ne?

Bu serginin küratörü olarak, İnanç ve keyif, dünyayı, söyleyebileceğin bir sözle değiştirme umudu.diyebilirim. Söz söyleme hakkını, sözü, imgeyi – Tufan Baltalar’in yorumuyla “Suya bırakmak” bu önemli. En azından, alışılageldik rolleri, söylemleri ve
Hareket akslarını kırmak, insaları bunları bozmaya zorlamak için.

Rio de Jenario’dan, Frankfurt’a, İzmir’e Malmöye, Helsinki’ye, aynı şeyi
Hissedebileceğine dair bir umut.


Emeği, gene özveriyi ve inancı, her türlü maddi kazancın önünde tutan sergi katılımcılarına, bizleri fiziksel olarak hiç tanımadan ve sergiyi sadece kulağa çınlayan sözlerin yarattığı elektriğe olan inancı ile kabul eden AtelierFrankfurt’un kordinatörü Corinna Thiele’e ve serginin Frankfurt’ta gerçekleşmesi adına bağlantıları gerçekleştiren Ekrem Yalçındağ’a teşekkürler.

* (M. Kippenberger’in – J.Beuys’un “Her insan bir sanatçıdır”. mottosuna alternatif olarak da gündeme getirdiği “Her sanatçı da bir insan’dır” sözlerine atfen.)


Borga Kantürk


Daha fazla detay için:http://umut-guzel-sey.blogspot.com/